Petrol şeyhinin biri,
üniversitede okuması için oğlunu
İstanbul'a gönderir.
Çocuk ilk devreyi başarıyla bitirdikten sonra notlar değişmeye ve çocuk hafiften serserileşmeye başlar.
İşin kötüsü, memleketten çocuğa gönderilen avuç dolusu paralar da artık yetmemektedir!
Şeyhimiz oğlunu kontrol etmek için adamlarından birini İstanbul'a gönderir. Adam İstanbul'a gelince bir de ne görsün?
Şeyhin okusun diye gönderdiği oğul okulu bırakmış, kendini karıya kıza vurmuştur. Uzun aramalardan sonra çocuk Boğaz kenarında salaş bir meyhanede bulunur.
-'Ya seydi, bu ne kepazeliktir!
Baban seni merak eder! Kalk gidiyoruz Arabistan'a!'
Çocuk:
-'Ayva seydi' der, 'Ama önce bir otur da şu manzaraya bir bak...'
Şeyhin adamı 'Bunda ne kötülük olabilir ki' diye düşünür ve masaya oturur.
Sandalcılar çaparilerini sallamakta, arkadaki tepelerin ardında batan
kıpkırmızı güneş, Boğaz'ı kırmızının tonlarına boyamaktadır. Manzarayı seyrederken, garsonun getirdiği kavundan
bir tane ağzına atar.
Ardından peynirin de tadına bakılır. Eh eşek değiliz ya, şu aslan sütü
denen meretin de bir tadına bakalım derken orada ipler kopar.
Şeyhin oğlu ve Boğaz tarafından ayartılan adam, yorgun ve akşamdan kalma oldugu anlasilan bir sesle, 15 gün sonra, efendisini
arar:
-'Ya seydi, Veled mazbut velâkin memleket puşt!'
|